Herkesin kendince yaşadığı komşuluk hikayesi vardır geçmiş yıllardan. Şimdiki yaşadığımız zamanda komşuluk ilişkilerini çok nadir olarak görüyorum. Atalarımız ne güzel söylemiş oysa " ev alma komşu al" diye...
Birçok mahallenin olmazsa olmazıdır; şakacı, kavgaşar, misafirperver ve sakin yaşam tarzı süren komşularımız...
Sanki birkaç gün öncesine kadar yaşamış olduğum, çocukluk yıllarım geliyor gözlerimin önüne, zamane oyuncaklar nerede. Çocukluk yıllarım da kendimizce çamurdan oyuncaklar, arabalar yapar kendimizi onlarla mutlu ederdik. Şimdiki çocuklar istediklerini aldırırıyorlar; ayakkabısından tut en teknolojik oyuncağına kadar...
Geçmiş yıllarda insanlar arasında kavga, küslük olsada komşuluk hiçbir zaman bozulmazdı. Şimdilerde ise komşuluk namına pek fazla bir değer verilmiyor. Kısacası kim kime, tum tuma. Önceleri komşuluk ilişkilerinde; mahallemize yada apartmana yeni taşınmış olan insanlara, bir hoşgeldiniz ziyaretinde bulundurularak komşuluk ilişkilerimizi güçlendirmek için bir çabamız bulunuyordu. O yıllara dönüş yapsak, o günleri tekrar yaşasak keşke, dediğinizi duyar gibiyim...
Teknoloji geliştikçe komşuluk ilişkilerini kaybettik, örf âdeti, ve gelenek göreneklerimizi unuttuk. Bir gece vakti ben rahatsız olduğumda, rahmetli annemin aklına ilk önce komşumuzdan yardım istemek gelirdi. Komşumuz hiç tereddüt etmeden üzerini giyinerek arabasıyla en yakın hastaneye bırakırdı. Ardından da bize; " hastaneden çıkacağınızda bana haber verin sizi alıyım" demesi bile, insanın yüreğinde bir sevinç oluşturmaya yeterdi...
Komşular arasındaki sevgi bağımız o denli kuvvetliydi ki, hiç kimse bu bağı kötüleyemez zedeleyemezdi. Sanki dün gibi hatırlıyorum da, komşular birlik olup, evlerinde hazırladıkları pastaları, börekleri ve kekleri getirir bizde çayımızı hazır eder, evin arka tarafına bir halı sererek burada yenir içilir, sohbetler edilir ve örgüler örülürdü.
Başımdan geçen bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum...
Bir yaz günüydü. Komşumuz doğum yapacak olduğu ineğini kontrol etmek amacıyla ahıra ( büyükbaş hayvan barınağı) bakmaya çıkmıştı. Kapıyı aralık bırakmış ve hafif bir esinti ile kapı kapanmıştı. Kapının anahtarı da içerde kalmıştı. Evin yakınında arkadaşlarla top oynuyorduk. Komşumuz, " Mustafa" diye çağırmıştı. Yanlarına gelmiştim koşarak. Kapılarının kapandığını ve anahtarın içeride kaldığını söylemişlerdi. Evin arka tarafında, küçük bir pencerenin açık olduğunu ve oradan içeriye girip kapıyı açmamı istemişlerdi, benden. Hiç tereddüt etmeden tamam deyivermiştim. Sonunda kapılarını açmıştım... Şimdilerde, komşumuzun evine her gelişimde, o pencereye bakıyorum ve kendime şu soruyu soruyorum: " Ben o küçük pencereden nasıl içeri girdim?..."
Bırakın anıları açıp yaralarınızı deşmeyi. Başınızı her yastığa koyup, çocukluğumuzun masumiyeti ve komşuluğumuzun tatlı sıcak anları canlansın gözlerinizde...